26 Aralık 2010 Pazar

Kardeş Çocukları (öykü)

Yaşlıyım ya, ben de dedem gibi ellerimi arkamda kenetleyebilir, onun gibi dudaklarımda görmüş geçirmişliğin gülümseyişiyle salına salına yürüyebilirim artık.

Öyle de yapıyorum zaten.

Kanım uyumlu bir neşeyle dolanıyor damarlarımda.

Ağaçların gölgeleri bile neşeyle titreşiyor.

Kozmik programda ne gibi bir değişiklik oldu da kasım ayı bittiği halde sürüyor pastırma yazı? Bilinmez ki. Geçen yıl çok kısa sürmüştü. Acaba bir borç mu ödeniyor? Öyle değilse yaptığıma hısızlık denir. Olsun. Pastırma yazının kuş gönü gibi yumuşak bir gününden çalınan bir günün hırsızlığı hoş görülecek bir hırsızlıktır.

Pitosporumlara Türkçe bir ad yakıştırmış değiliz henüz. Yeni yeni tanışıyoruz. Açılmış meyvelerinden tohumları toprağa düştü düşecek.

Yirmi gün önceki yaprak fırtınası neredeyse yaprak bırakmamış ağaçlarda. Onları denetliyormuş gibi adımlarımı öyküsel bir günün sözcüklerine uydurarak ozanımsı bir havayla yürüyorum.

Kurumuş bir çınar yaprağını ezmemek için arkamda kavuşturduğum ellerimi çözüyor uzunca bir adım atıyorum.

Kurumuş bir yaprak da olsa incinirmiş gibi geliyor bana.

Bu duyguyla Hamsun’un “Göçebesi”ni anımsıyor, açıp herhangi bir sayfasından bir kez daha okumaya istekleniyorum.

Dörtyol ağzındaki bankta oturmuş dinlenirken ağaçlara bakınıyorum yine. Çoğu çıplak, ama iğneyapraklıların yeşili banamısın demiyor. Ataköy’de türlerin bolluğundan geçilmiyor. Ağaç varsılı burası. Ladin, köknar, mazı, meşe… ne ararsan…

Hele kardeş çocukları şu iki ağaç şaşırtıyor beni. Atlantik fıstığı ve melengiç… Böylesi güzel bir rastlantı olamaz. Bunların sakızağacı diye bir de kuzenleri olacak. Bilerek dikilmiş olaydı bu iki ağacı diken onu da dikerdi.

Sakızağacı da gurbetten dönecektir bir gün.

Evet dönecektir…

Ekmel Denizer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder