19 Şubat 2011 Cumartesi

Şemsi Tebrizi’den

“Biri cemaate geç geldi. ‘Namaz kılındı mı? diye sordu. ‘Evet’ dediler. Bir ‘Ah’ çekti. Oradaki bir Tanrı eri, ‘Ah’ dedi. ‘Bütün ömür boyunca kıldığım namazları sana vereyim, sen ahı bana ver’. Dedi ki: ‘Şimdi bana da gerekliydi.” 11

“… Bir aralık dediler ki, her şey haktır, halk yoktur. Ama halk olmasaydı söz harfsiz, sessiz bir şey olurdu. Hakkın olduğu yerde harf ve ses yoktur. Adamın sözüne güleceğim geldi. Bana, mazur gör, arkam sana dönük, diye bir lahavle çekti. O halde, senin önünde, arkan da aynıdır, yani yırtılmıştır, dedim. (…) Mevlana’nın hiç müridi yoktu. Ancak oğulları hem evlat, hem de mürit idiler. Eğer başka bir zaman, dün gece söylediğim hikâyeyi söylemiş olsaydım, bize gücenirdin: ama şimdi gücenmenin ne yeri var? Bugün aydınlık içinde aydınlık var. Önce, âşık mıyım, diye soruyorsun, uzun boylu ısrar ediyordun. Ben onu öyle okşuyordum ki, sen ne güzel yaptın diyordun.” 14

“Âşık olacaksan bir güzel ara! Tam bir âşık değilsen o güzelden daha başka bir güzel bul! Örtü altına gizlenmiş ne güzeller vardır.” 18


“… Nihayet kıble tarafına namaz kılmasını emretti, çünkü her taraftan Kâbe yönüne doğru namaz kılmak gerekiyor. Bu yönelişin farz olduğuna bütün dünya ufaklarında söz birliği etmişlerdir. Müminler, Kâbe’nin çevresinde halka olup secde ederler. Kâbe’yi aradan kaldıracak olursan acaba bunlar hep birbirlerine mi secde ederler? Hâlbuki onlar kendi gönüllerine secde etmiş olurlar.” 20

“… Aynı sofi şakalarına başladık. Eğer başka birini bulursam elimden kurtulursun, yok, yok bulamazsam elimdesin, derdi. (…) Onu odasında görmeye geldiğim zaman karşımda başı kesik tavuk gibiydi.” 22

“… Sonra sordu: Sen balığı bilir misin? Kumarbaz, evet, dedi, bilirim. O halde balığın nişanını anlat. Deve gibi iki başlıdır, dedi. Ha, dedi, vezir; sen balığı bilmediğin gibi deveyi de bilmediğin anlaşıldı

“… Meyhanede böyle bir lahavle çekmek, Kâbe’de lahavlesiz kalmaktan daha hayırlıdır. Ama mescitteki lahavleyi ne bileyim.”

“sağırın biri değirmenden geliyordu, değirmene giden birine rastladı, kendi kendine, bu adam benden herhalde nereden geliyorsun diye soracak dedi. Selam vermeyi bile unuttu. Önce böyle yanlış düşününce başından sonuna kadar hep saçmaladı. Önce nereden geliyorsun dediklerini sandığı için değirmenden geliyorum, derim, diye düşündü. Ne kadar un yaptın derlerse bir buçuk kile derim. Hâlbuki gerçekten adam ona diyordu ki, karının ardı uğursuz mu? Beline kadar işaret ediyordu. Nihayet adam bu yolcunun sağır olduğunu görünce ilk sözü anlamadığını sezdi. Ondan sonra hatırına gelen her şeyi söyledi, ama eğer doğru cevap verseydi ilk önce söylediği söz boşa gitmezdi. Ama o sağırdı her şeyi anlayamazdı.” 39

“Söylediğim şeylerin hepsinde vazgeçtim pişman oldum
Çünkü sözde mana, mana da söz kalmadı

“…’önce yoldaş, sonra yol’, derler.” 71

“Vaizin önünde öğüt vermek, hanendenin karşısında şarkı söylemek olmaz.”

“İnsanın gıdası ekmektir. Zaman zaman çorba ile et de olur.” 98

“Eyyub Peygamber (Tanrının selat ve selamı ona olsun) bedeni kemiren kurtlara o cihetten sabrediyordu ki, o sayede devlete erişti. Derler ki, iki yüz bin kurt ve böcek onu ısırıyordu. Ben saymadığım için bunların sayılarını bilmem. Sanki saymışlarda ona göre söylüyorlar! Kurtlardan biri yere düştü mü onu alır, tekrar yarasının üzerine koyarmış. Güneş ışığında vücudunun bir tarafından bakılınca öteki tarafı görünürmüş.” 100 (…)

“Oğlum sen kuvvetle dağı kamçılıyorsun.” 102

Sofi evden dışarı çıkar, hırkasının yenine bir dilim ekmek yerleştirir. Yüzünü o ekmeğe çevirerek: Ey ekmek der eğer başka bir şey bulabilirsem ekimden kurtulursun, yoksa zaten elimdesin’” 118

“Çünkü kadıncağız erken bir seher vaktinde öyle bir ah çekti ki evin tavanını tutuşturacaktı.” 124

“Veys cevap vermek için ağzını açacağı sırada on yedi kişi yüz üstü düştüler. Baygın bir halde kendinden geçtiler.” 135
(Breh breh breh!..)

Adama dedim ki: Bir şart ile geliriz. Sen ne yiyorsan dervişlere de ondan vereceksin. Ayağıma kapandı. Çünkü o bunu rüyasında görmüş ve vaktini bekliyormuş. Dervişler için karpuz toplamıştı. Ona dedim ki: Sakın olmaya ki sen iyilerini yiyesin de dervişlere Allah için ondan daha fenasını veresin. Bir nara atarak yere yuvarlandı. Dervişleri üç gün konakladı, kuzular kesti, onun nasibi budur dedim. Azizleri üç gün geri bıraktım, ama sana da nasip erişti diyerek ayrıldım” 135

“Adam bana alçakgönüllülük gösterdi, yemekler getirtti. (…) Yemek yedikten sonra, bana bu şehirde bulundukça her gün gel karnını doyur dedi.” 136

“Nasıl ki bir gün o Mansur der ki: Eğer kuru bir ağaca bile yürü dese, onu yürütür. Bu sırada hemen bir tahta minber yerinden ayrılır, iki kere yere eğilir. Mansur, ey minber! Der ben sana söylemiyorum, sen yerinde dur!” 141

“Adamın biri, Kadıya şikayete gider. Davalı tarafın tanığı yoktur, ona sen yemin edeceksin, derler. Cevap verir: Vallahi de yemin etmem billahi de.” 156
“İblis der ki: Hırsızın kendisi mahalle içinde hırsız var diye bağırır, mahalle halkı de onunla birlikte hırsız var, hırsız var diye feryat eder.” 160
“Şu Müslümanlardan sıkıntı duymuştum, beni açlıktan öldürüyorlardı, onlar lük lük yutuyorlar kendi keyifleri için yiyorlardı.” 161
“Bir gece Hazreti Mustafa’yı (S.A.) rüyasında gördü (…) Hazreti Peygamber’i (S.A.) yüzünü öte tarafa çevirdi. Bunun üzerine feryada başladı. Ey Tanrı elçisi dedi, benden yüz çevirme! Hazreti Peygamber (S.A.) buyurdu ki bizi daha ne kadar inkar edeceksin? (…) yüzüstü düştü, ağladı, tövbe etti. Hazreti Muhammed (S.A.) kucağına bir avuç kuru üzüm ve fındık koydu. Bu halde uykudan uyandı.
Koşup geldiği zaman Şeyhin henüz oğlanla satranç oynamakta olduğunu gördü. Eteğinde kuru üzüm vardı. Tekrar inancı sarsıldı, hemen geri dönmek istedi. Şeyh bağırarak daha ne zamana kadar? dedi. Bari Tanrı Peygamberinden utan. Bu sefer koşarak Şeyhin ayağına kapandı, Şeyh tabakları getirin diye seslendi. Gördü ki o kuru üzümle fındık tabakların içinde yalnız bir avuç kuru üzümün yeri boş. Şeyh ona, o şu avuç üzümü şu tabağa koy ki Hazreti Mustafa (S.A.) onu bu tabaktan almıştı, dedi.”
Şu saatte bu topluluk Padişaha giderek (bizim için) o, mubahçıdır, her şeyi hoş gören adamdır, onun dini ve hali nasıldır bilinmez, derler. Bir hafta sıcağa gider, geceli gündüzlü orda kalır. Bir ayağını genç bir çocuğun, öteki ayağını Reis oğlunun yanına uzatır. Önlerinde ateş mangalı hep kebap pişirirler. Bir şeftali bir çocuktan, bir şeftalide ötekinden alır. Başka ne kaldı ki?” 173



Şemsi Tebrizi - Konuşmalar (Makalat II)
Çeviren: M. Nuri Gençosman
Hürriyet İslam Klasikleri, Ekim 1975. 206 S.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder