25 Şubat 2011 Cuma

Venüs ikonografisi ( E.D. Deneme)

Bir sözcük güzelinin insanı şiir yazmaya sürüklediğini bilenlerdenim. Yazdıklarımın çokçasını güzel bir sözcüğün büyüsüyle yazmışımdır. Yazmanın ne zor bir iş olduğunu anlatan M. Duras’nın; “İnsan ne yazacağını bilseydi yazmazdı” dediği gibi; esinsiz olmuyor. Her sanatçının içinde, ne zaman çalacağı belli olmayan ve çaldığında, şairin şiire, ressamın resme koyulacağı bir çalar saat vardır. İşte o zaman, Dede Efendi, -oturduğu yerde- elini dizine usulüne göre vurarak bestesine başlar ve -oturduğu yerden kalkan- Usta Rodin, taşın fazlasını yontmaya başlar. Yazamamanın sancısıyla dalıp gittiğim anlardan birinde, karşımdaki (duvar olmayan) bir duvarda yürüyen bir böcek ilgimi çeker. Aslında bu; tılsımının duygularıma sürtünmesiyle kalemimin kaymaya başlayacağını bildiğim ve büyülü bir böcek gibi beklediğim bir sözcüktür. Böyle bir gün, en güzel sözcük nedir, diye soracağım geldi aklıma. Gelmez olaydı; yanıtı ne yaman bir soruymuş meğer. Ne anadan geçiliyor, ne yardan. Her sözcük bir diğerinden güzel… Saydıkça saydım.. tükenene kadar saydım. Çıkamayacağım sandım bu işin içinden. Ta ki, rafın üzerindeki ufacık Milo Venüs’ümün bana göz kırpışına kadar. Ve ansızın güzel sözcüğünün en güzel sözcük olduğunda karar kıldım. Bir, oh, çekercesine rahatladım da Karacaoğlan’ın(?) ezgisi yerleşiverdi dudaklarıma:
Güzel, ne güzel olmuşsun, görülmeyi görülmeyi
Siyah zülfün harelenmiş, örülmeyi örülmeyi…
Gerçek bir esin perisi Venüs’üm karşımda hala bana bakıyor ve işte sana konu.. yaz, diyor…
Evrenin sonsuz uzanımında hiçbir sözcük onun kadar engin bir anlam içermiyor, gibi gelir bana. Güzel; kesinlikle tanrısal bir sözcüktü.
İnsanlık güzeli tanımakla başladı. Ulu Yaradan, zaten Adem’den önce güzeli yarattı ve sanat, ademoğlunun güzelin ayrımına varmasıyla doğdu. Güzel karşıtsızdır. Çirkin, karşıtı değil, yine onun doğurduğu bir cumartesi çocuğudur. Onun için de; daha hızlı ürüyor olabilir.
Göz, güzelin bir kez olsun farkına vardıktan sonra, bir görme organından çok ötede (-gönül gözü de denilen- aşamaya vardığında) doymadan araştıracağı güzeli arar ya da o güzeli bulmanın bitmek bilmeyen yolculuğuna koyulurdu.
Dişiliğin sözcüğüdür güzel. Güzelin, kadınla simgeleşmesiyle, savaşların altında yatan gerçek nedenlerden biri; “kadını bul” yatar. Yani güzel kadını. Kralların sadık bendeleri, falanca diyarın dillere destan prensesini esir edip krallarına sunmak için, sarp kayalıklar üzerindeki kaleleri kuşatır, ölesiye saldırırlar. Savaşların nedenleri arasında “bu böyle biline”liğin varlığı yadsınamaz…
Ne biliyorsam yazacağım şimdi. Eski Yunan boyalı seramiklerinden, Boticelli’ye, Yaşlı Lucas’tan, Uffizi, Prado, Burdur ve nice müzeleri ve koleksiyonlardan edindiklerimin tümünün resimlerini göstereceğim. Bilimsellikten uzak, masalsı bir anlatım olacak ve belki de alınacak bundan, gururu incinecek, ikonografyanın. Ama olsun, ben böylesini yeğleyeceğim. Bir ikonografi denilebilirse, işte böylece başlıyor olsun, “Venüs İkonagrafisi”nin öyküsü.
O, tanrıçalaştırıldı.
Çokçok eskiden İŞTAR, ASTARTE dendi. Her dilde ve her zaman bir adı oldu. Afrodit, Venüs, Zühre, Çulpan, dendi. İskitler bir şiir sözcüğü gibi ARTİNPASA, biz Türkler SEVİT, dedik. Göklere çıkarıp KERVANKIRAN, SEHER YILDIZI, ÇOBAN YILDIZI dedik.
Devam edecek…

1 yorum:

  1. Sayenizde c.tesi sabahının büyük bir bölümünü kitaplıkta Öğrencisi Murat Katoğlu'nun Ekrem Akurgal ile Afrodit üzerine yapılnış bir konuşmasından kitaplaştırılmış "Knidoslu Aphrodite" adlı çalışmayı arayarak geçirdim. umarım yakında bulurum da Sander'den çıkan Exupery'nin "Küçük Prens"ine benzemez; Kitabı üç-dört yıldır arıyorum..

    YanıtlaSil