4 Şubat 2011 Cuma

Falih Rfkı Atay Konuşuyor

“...Zaferleri, sırmaları ve taçları kızıl çamuru içine katıp sürüyen büyük bozgunu görmüş olanlardanım. Ben inkırazı (yıkılışı) gördüm. Genç dostlarım, inkıraz denen şeyi tarih ve masal gibi okumak bile insana yılgınlık verir. İnsan inkırazı can düşmanı üstüne yormaktan korkar.
Düşman, ancak direğinden bir milletin bayrağını indirdiği zaman, düşman kumandanı bu bayrağı çiğneyip beyaz ata bindiği zaman, düşman gözyaşlarına tükürdüğü zaman, genç dostlarım, ben o zamanın ne demek olduğunu bilenlerdenim.
İnkıraz, kurtuluş. Bu kelimeleri şimdi ne kolay söylüyorsunuz. Bir milletin bayrağı, o milletin başı gibi düşer.
İstanbul sokaklarında yedi düşman marşının birbirine karıştığını duymuş olanlardanım.
Sarayburnu’nda, İstanbul güneşi batarken, zenci davulu marseyyez vurdu. Galata Şangay çarşısına, Divanyolu Fas pazarına, İstanbul sokaklarında Mısırlı İngilize, Cezayirli Fransıza döndü.
Karargah kapılarında prensler racalık, büyük fikir adamları tab’alık dilenir oldular.
Ben en büyük vatandaş kahramanlığını göz yaşlarını kurutmadan evden çıkmak olduğunu görmüş olanlardanım. Bu yazıları size o günleri hatırlatmak için topladım. O günleri hatırlamanızdan ne çıkar?
Bu yazıları size iki kelimeyi unutturmamak için topladım: İnkıraz ve Sakarya!. Yüz senelik sevinç, inkıraz acısının bir dakikasına değmez; bir asırlık acı bir dakikalık Sakarya sevincine değer.
İnsan birini görmemek için elinden gelse, anasının bağırsaklarını parçalar ve değmez. İnsana, yalnız ötekinin tadını alacak kadar yaşamak yeter.
Dünyanın en kara bahtlı insanı ne demek olduğunu biz biliriz. Size dünyanın en bahtlı insanı ne demek olduğu sorarlarsa, göğsünüzü kabartarak kendinizi gösteriniz.” S.20-21 (Yazarın notu “Bu not ‘Eski Saat’ adındaki kitabının önsözüdür.)
“10 Eylül 1922, içinde bulunduğumuz İtalyan vapuru İzmir’e doğru döndü. Henüz şehrin elimizde olup olmadığını bilmiyoruz. Kalbim köklerinden kopmuş gibi çarpıyor; ilk Türk bayrağını görmek ihtirası gözlerimin içini yakıyor.
Dürbünle bakanlar Kadife Kalenin direği üzerindeki bayrağın bizimki olduğunu söyledikleri zaman duyduğum sevinç bir insanı hakikaten öldürebilir. Artık rıhtımını geçtiğimiz İzmir şimdi bize, bir asırlık yol kadar uzak geliyor. Güverte kenarlarına gemiyi iter gibi yaslanıyoruz. Yanlarından geçtiğimiz çelik ve zırhtan filolar, İstanbul limanında gördüklerimiz değildir. Hiçbir şey yapmamış gibi sade ve sessiz, Kordon üzerine sıralanan toprak esvaplı askerlerimiz karşısında selama durmuşlar gibi, adeta cesetleşmişlerdir.” 22
“Mustafa Kemal, kendi hakkında yabancı dillerde yazılmış kitaplar arasında en çok -bir çok yerleri şiddetle aleyhinde bulunan ve bir çok tarafları de yalan ve iftira olduğuna şüphe olmayan- Armstrong’un (Bozkurt - The Grey Wolf) kitabını severdi. Çünkü iyi tarafları da en canlı olarak o kitapta belirtilmiştir.” 27
“Bir zamanlar Kral Faysal Ankara’ya gelmişti. Ankara Palas’ta Atatürk beni kendisine takdim etti: “Münakaşacı, kuvvetli muharrirlerimizdendir” dedi. Faysal: “Size karşı mı muhalefet eder?” diye sordu. Atatürk: “Yok canım, bizim düşmanlarımıza karşı” cevabını verdikten sonra, bana döndü “Hatırında tut” dedi, “Senin o Fethiye karşı açtığın mücadele yok mu hani, bana karşı yapayım desen tahammül edemem...” 29
“Mustafa Kemal realist bir adam olduğu için her vakitsiz teşebbüsün bütün davayı tehlikeye koyacağını bilirdi. O, Samsun’a çıktığı zaman cumhuriyetçiyim deseydi, Amanullah Han’ın akıbetine uğrardı” 30
“Bir milletin büyük işleri için sıra yoktur. Napolyon Komedi Fransez’in yeni nizamname tadillerini Moskova’dan yüzgeri döndüğü o korkunç günlerde incelemiş ve imzalamıştır. (...) Türkçeleştirme işi ile uğraşacak olanlar, zati bu işten başka işi olmayanlardır. (...) Acelemiz vardır.” 31 (...) Bir takım Türkçeciler de tamamile özleştirme arzusundadırlar. İki tarafın da mübalağaları olduğunu söylemek isteriz. (...) 1283 yılının şubat sayısında Halep’ten gelen şöyle bir mektup çıkıyor, iyi dinleyiniz, içinde gazetenin adından başka bakalım kaç yabancı kelime bulacaksınız? ‘Muhbiri baştan aşağı okudum, sevinçten ayaklarım yere basmayacak bir kılığa girdim. Bunu her kim yapmış ve yazıyor ise Tanrı tuttuğunu kolay getirsin. (...) kendisinden sonra gelenlere iyi örnek bırakmaya emek vermek ne yavuz yaşamaktır. Tanrı eksik eylemesin... Yurdumuz, böyle usluların gölgesi altında ilerlemekte ve bilgiçlerin yönünden bir yüzü güzellenmektedir. Burası düşünülse kolayca bilinir. Yurdumuz için onların şu çalışıp çabalamaları bizce pek beğenildi. Bizi yoktan var edenin yardımı onlarla beraber olsun...’
Bu misal Türkçe sevgisinin, ana dil aşkının gönüllerde ne derinlere kadar gittiğini, onun hasreti ne kadar eskiden beri çekildiğini gösterir. (...) Ve en berbadı Türk Edebiyat ve San’atını en fazla garba götüren (Edebiyatı Cedide) dil işinde Şinasilerin, Ali Süavilerin, halkçılığını bıraktı. Kopkoyu bir imtiyazlı sınıf Osmanlıcası ile yazdı. Şinasilerden, Ali Süavilerden meşrutiyet Türkçeciliğine kadar kırk yıl kaybettik, bu zamana acımaz mısınız? Bizden sonra gelenleri de yeniden kaybedilecek zamanlara acındırmak ister misiniz?
Dil işlerindeki mübalağalara, aşırı iddialara bakmayınız. Bunların hiçbir zararı olmaz. Her dilde mücadele böyle geçti. Teklif edenleri serbest bırakınız, haklarını tanıyınız, kelimelerin tutup tutmaması, kalıp kalmaması onların halkın ve sanatkarın benimseyip benimsememesine, kullanıp kullanmamasına bağlıdır. Daha ileriye doğru zorlamanın kontrolü olmasa, itidalden itidale hiçbir şey değiştirmemek, hiçbir şey yapmamak gibi tembel işi, bir duraklamaya doğru gidip saplanırız.” 35
“... Yorgun atlarımızın boynu boş heybe gibi sarkıyor. İki ufuk arası bir adam boyu kısalsa, gene Kudüs’e kavuşamayacağız, sanıyorum” 39
(...) Bir söğüt bir minare kireci, bir çeşmenin yazılı taşı, yıllanmış hasretimi dindirdi. Su içmişim gibi, boğazımın bütün çölü yıkandı.
Ve buralardan günlerce uzakta Medine iskorpitinin yediği Anadolu yavruları hatırıma geldi, içimin sevinci bir söğüt dalı gibi kırıldı” (1917) 40

“Kervana karışmalı, ne gerisinde kalmalı, ne başında durmalı.” 45

“Bu sabah, ben şu satırları yazarken Sakarya kızıl akıyor. Dün gece toprak ve taş üstünde uyuyan Türklerden kim bilir kaçı, bu sabah şafak vakti, şafak renklerinden daha temiz, daha taze kanlarını Sakarya sularına karıştırdılar. Dünyada bir Türk çiftçisi kadar saf insan ne kadar azsa, bugün Anadolu ihtilal ordularının, uğrunda can verdiği ideal kadar saf dava o kadar azdır.” 56
“Gaziler yolunuz açık olsun, kalplerimiz, bize verdiğiniz sevinci taşımaktan bile acizdir; kazandığınız zafer bir millet kurtardı. Hiçbir zafer bu kadar lüzumlu ve bu kadar şerefi, değildir.” 59
“İnönü’nün şerefi, yalnız kendi zaferinin şerefi değildir. Onun ismi her yeni zaferle daha fazla büyüdü ve Anadolu’nun bütün zaferlerinin şerefinde onun bir analık hissesi vardı.” (Kanunsani 1923) 66

“Yarın” gazetesinin biner biner satıştan düştüğünü işitiyorduk. Sebebini sorduk:
- Az küfrettiği için, dediler.
Arif Oruç edep ve terbiyeyi biraz pahalı bulduğundan tekrar “Son Posta” ile skandal, şantaj ve küfür yarışına çıktı.
Biri İsviçre’den,
Biri İzmir’den,
Birer mektuplaşmışlar.
Biri bugünkü sefirlerimizden biri, öteki bugünkü valilerimizden biri hakkında o kadar sefil ithamlarla dolu ki, yalnız mektuba güvenerek, bu neşriyatta bulunmak ancak Türkiye’de mümkün olur. Çünkü bu şahsiyetler, biri dışarıda, biri içerde devletin şerefini temsil etmektedirler. Fakat devlet, şeref, haysiyet, bütün bu kuru lafların ne ehemmiyeti var: Halk skandal yiyor ve küfür içiyor. (...) Edep ve terbiye için ve polisler kapı kapı dolaşıp valiye kadın arıyorlar diye bir cümle yazmak başka yerlerde insanı zindan zindan süründüreceği için?..” 75
(...) 1. İhtilalci bir ruhta merhametin yeri yoktur. 2. Büyük ihtirasların yeri kalb değil kafadır” 76
“İzmir; Kemalizmin kudreti, Lozan; davasıdır.” 79
(...) Kemalizm; bir devam, bir tekevvün (varolma) davasıdır. Her Lozan gününde Kemalizmin bu farikalarını tekrar edelim. Lozan’ın bir muahedenin ismi değil, fakat bir devrin başı olduğunu söyleyelim” 80

“Ne zannediyorsunuz, bugün Fransa’da en basit generale bile zafer hatırasıdır diye, hiç kimse dilini ve kalemini uzatmaz. Hiçbir zafere bu kadar erken sövülmemiştir; hiçbir şeref bu kadar erken inkar edilmemiştir ve hiçbir hıyanet, bu kadar çabuk dirilmemiştir. (Haziran 1031) 80

“Yeni Türk kafasının birbirini tamamlayan iki sırrı vardır:
- Her şey yapılır.
Ve hemen arkasından:
-İşte böyle yapılır!” (Temmuz 1932) 84

“Bilmem: Cevizi karga diker, sözünü siz de duydunuz mu?”
“Köy baltası darbımesel dinlemez, ‘Yaş kesen baş keser’ de bir Anadolu sözü idi.” 90
“Sultan Aziz’i hal’edenlerden Hüseyin Avni Paşa Ispartalı idi. Onun için Hamit Ispartalılara yalnız Yemen’de askerlik ettirmiştir. Bu yeşil cennette şimdi gül toplayanlardan çoğunun baba veya dedelerinin kemikleri yanar çöllerde çürümüştür.”
“Fakat bizim Türkçemizi, alabildiğine kendini aramakta ve bulmakta serbest bırakalım ve ona yardım edelim.” 117
Baki Süha Ediboğlu
Falih Rıfkı Atay Konuşuyor
Berkalp Kitabevi, Ankara, 1945. 131 S.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder