18 Şubat 2011 Cuma

prömi*

Güneşli ılık bir gündü. İçkimi içeceğim bir yerde kendime güzel bir yemek ısmarlayıp gelip geçeni seyredeceğim bir gün olsun dedim ve bakına bakına caddeden bir aşağı bir yukarı gidip gelirken “Little Ceasare”, “Pizza Hut”, “Mc Donald”,”Wiener Wald” ve ristorante bilmemne (ve bunun gibi) alabildiğine uzayıp giden tabelaların arasında Mütareke İstanbul’undaymışım gibi bir duyguya kapılmış gidiyorum ve bir yandan da “aralarına ABD’yi de almışlar… tümüyle Avrupa bir arada” diye söyleniyorum.
Tadımın kaçmasını önlemek için tabelasına bakmaksızın bir kapıdan içeri atıyorum kendimi. İlk kez geldiğim loş ama hoş bir yer burası. Işık, türlü renkteki küçük camlardan girmiyor da sızıyor, ortamı çiçek dürbününe çeviriyor sanki. Bir yerlerden, kulağıma Lili Marlen ezgisi çalınıyor. İç mimarı kimse bir aferin kapıyor benden. Ayni zamanda patron olduğu belli olan yanakları al al şişman garsona gülerek çok aç olduğumu söylüyorum. O da gülerek ne emredersiniz diyor. Özgün neyiniz var, diye soruyorum. Spesiyalimiz demek istiyorsunuz değil mi, diyor. Başımla evetliyorum. Getirdiği yemeği sindire sindire yerken içkimi ağır ağır yudumluyorum. Tam karşımda kasa ve kasanın üzerinde siyah beyaz bir fotoğraf var. Garsonun babası olmalı, benziyor. Üzerinde gotik harflerle “Gasthaus Promi” yazan mönüyü açıyorum, sol tarafta yiyecekler, sağda içecekler yazıyor hepsinin başında “promi” sözcüğü olan alt alta bir yığın Almanca yiyecek içecek adı. Fotoğraftaki adam beni izliyormuş gibi bakıyor. Hesabı ödeyip çıkıyorum. Üzerime bir tedirginlik çöküyor. Birkaç adım sonra arkama dönüp bakıyorum. “Prömi Gasthaus” yazıyor tentesinde. Fotoğraftaki adamın bakışı da promi sözcüğü de bir an çıkmıyor aklımdan. Sonunda tüylerim ürpererek onun Göebbels’e benzediğini duyumsuyorum. Marguerite Duras’nın hiç unutmadığım:“yarınki faşizmlerin kuluçkaya yatmış tavukları” sözleri kafama üşüşen çağrışımların en önüne geçiyor. Ben Avrupa Birliği’ni; “Almanya’nın; 2. Savaş’ta İtalya ile yapamadığını bu kez tüm Avrupa’yı ortak eden bir girişimidir” diye, hep bu tümceyle tanımlarım.
21.Yüzyılın onda biri tükendi ama ne bir Sartre, ne bir Russell, ne de bir Einstein var. Bu denli üzülmem yersiz “Güneş de Doğar” diye avutmaya kalkıyorum kendimi ama, anılarında karşıt görüşlü biri için:“Boyunu üst tarafından birkaç karış kısaltalım da anlasın” deyişi aklıma gelince iki elimle birden ensemi avuçluyorum. Pis bir gestapo sırıtışıyla, siz 20. yüzyılı mumla ararsınız, diyormuş gibi algılıyorum. Ürperiyorum. Düşündükçe, düşüncelerimle ürperiyorum…
Ne güneşi ne ılıklığı kalıyor günün, bağırsaklarıma dek bozuluyorum. Promi’ye yoruyor, Promi’li şeyler yemesinler diye dostlarımı uyarmalıyım diyorum.







*Prömi; Nazi Propaganda Bakanlığı’nın kısacası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder